Ana içerik
Konu: Buradan Başlayın > Ünite 4
Ders 1: Başlangıç RehberiDünyadaki Beş Büyük Din
“Nereden geliyorum?” ya da “Anlamlı bir hayat sürmek için ne yapmam gerekir?” gibi soruları, birçoğumuz kendi kendimize sorarız. Var oluşa dair bu sorular, dünyada karşımıza çıkan 5 dininin de merkezinde yer alan sorulardandır. Bu dersimizde, Hinduizm, Musevilik, Budizm, Hristiyanlık ve İslam’ı tanıyoruz.
Orijinal video, John Bellaimey, animasyon ise TED-Ed tarafından hazırlanmıştır.
Orijinal videonun tamamı için: http://ed.ted.com/lessons/the-five-major-world-religions-john-bellaimey.
Tartışmaya katılmak ister misiniz?
Henüz gönderi yok.
Video açıklaması
Dünyanın her yerinde insanlar, nefes aldıkları
her an nereden geldiklerini, dünyadaki yerlerini, ve öldükten sonra başlarına ne
geleceğini merak edip sorgulamışlardır. Dinler, bunun gibi sorulara cevap vererek,
yaşamın gizemine ışık tutmayı amaçlayan, ve zaman içerisinde gelişerek hayatımıza girmiş,
Çok sayıda insan tarafından kabullenilmiş inanış sistemleridir.
Büyük dinlerin hepsinin ortak noktası, bazı soruların yanıtlarının
ancak inançla açıklanabileceği ve hepimizden üstün, ona karşı sorumlu
olduğumuz, hepimizin ondan geldiği ve ona geri döneceği bir
varlığın olduğu inanışıdır. Hinduizmi, Hindistan’da yaşayan insanların
dini ya da dinleri olarak düşünebilirsiniz. Hinduizm, tek bir din değildir; birbirine bağlı
inanış ve manevi ibadet şekillerinin bir araya gelmesinden oluşmuştur.
Kökenleri, 5 bin yıl öncesine, Krishna’nın zamanına dayanır.
Krishna, o kadar erdemli bir kişiymiş ki, Vishnu’nun dünyevi
reenkarnasyonu olarak tanınmaya başlamış. Başka bir deyişle, bir tanrının insan
bedenine bürünmüş hali olarak anılırmış. Tüm yaşamların, karmanın, yani sebep –
sonuç ilişkisinin etkisinde ilerlediğini, bizim asli görevimizin ise işlerin
nasıl sonuçlanacağına bakmadan, toplumdaki yerimize göre,
dharma’yı, yani varoluş amacımızı yerine getirmek olduğunu öğretmiş.
Bu inanışa göre, öldüğümüzde yeni bir bedende diriliriz.
Dharma’yı izleyip, görevlerimizi yerine getirdiysek, ruhumuzu
toplumdaki bir üst sınıfa gönderen iyi karma ile karşılaşırız.
Bu da, bir sonraki hayatımızın, bu hayatımızda nasıl yaşadığımız ve ne
yaptığımız ile alakalı olduğu anlamına gelir. Yeniden doğum döngüsüne,“samsara” adı verilir.
Kutsal ruha sahip bir insanın, yeteri kadar iyi karma ile yaşam sürdükten sonra
bu döngüden çıkması mümkündür. Buna da özgürlük anlamına gelen
moksha adı verilir. Hinduizm, her şeyin bir olduğunu öğretir.
Örneğin tek evren, Brahman adı verilen ve insan bilincinin ötesinde bir gerçekliktir.
Brahman tektir, ama bunun yanında birden fazla tanrıdan da bahsedilir.
Tanrıların rolleri, özellikleri ve formları, çeşitli geleneklere göre farklılık gösterir.
Hindu inanışına göre yaradanın adı, Brahma’dır. Vishnu, evrenin koruyucusudur ve
zaman zaman insan kılığına girer, Şiva ise, yıkıcı ve yok edici tanrıdır;
dans tanrısı olarak da bilinir. Durga koruyucu ve kutsal annedir.
Ganesha’nın kafası fil şeklindedir; bilginin ve hikmetin tanrısıdır
Hinduizm, dünya üzerindeki inanan kişi sayısına baktığımızda, en büyük üçüncü dindir.
Hinduların birçoğu Hindistan’da yaşar; buna rağmen, dünya üzerinde, yaklaşık olarak,
1 milyar Hindu olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi batıya doğru ilerleyelim,
çölleri, dağları aşalım ve 4000 bin yıl öncesinin
Mezopotamya’sına gidelim. Musevilik, Tanrı’dan aldığı buyruk üzerine,
Hazreti İbrahim’in eşi Sâre ile Mezopotamya’yı terk edip, Kenan diyarına göç etmeleri ile başlar.
O zamanın çok tanrılı dinleri için devrimsel sayılabilecek bir şekilde, tek bir
tanrıya inanmalarının mükafatı olarak, Tanrı tarafından kendilerine ve soylarından
gelenlere bu topraklar vaat edilir. Bu vaat üzerine, İsrailoğulları ve
seçilmiş kavim kavramı ortaya çıkmıştır. Ancak vaad edilen topraklarda seçilmiş kavmi
bir arada tutarak yaşamak hiç de kolay olmamış. İsrailliler Mısırda köleleştirildiler, ancak Tanrı
tarafından önce 10 emri alan ve daha sonraları da yüzlerce emir alacak olan Musa peygamberin yardımı
ile serbest bırakılarak özgürlüklerine kavuştular. Vaat edilmiş toprakları fethetmeyi
başarsalar da, bu toprakları sadece 100 sene boyunca ellerinde tutabilmişler.
İsrail, yüzyıllar boyunca birçok ordunun geçiş yaptığı topraklar üzerinde kurulmuş.
Milattan sonra 70’inci yılda, Romalılar, başkent Kudüs’teki tapınağı yıkmışlar.
Bu sayede, Musevi inanışı, adaklar, rahipler ve tapınakların ön planda olduğu bir dinden,
bir kutsal kitap dinine dönüşmüş. Bunun da etkisiyle Museviliğin, tarihle
sembolizm, geçmişe saygı ve derin anlamlar içeren bir bağ kuran bir din olduğunu söyleyebiliriz.
İbrani kutsal kitabı kabul edilen Tanah’ı meydana getiren yazmalar, yüzlerce
tartışma ve yorum içeren yazılar, son derece kapsamlı ve derin anlamlar
içeren Talmud’da bir araya gelmiştir. Museviler, günlük hayatlarında
zengin ve sembolik anlamlar bulurlar. Hamursuz bayram yemeğinde, sofradaki
her bir tabak, kölelikten kurtulmanın bir özelliğini temsil eder.
Gençlerin bar ve bat mitzva törenlerinde, yetişkinliğe geçişleri
kutlanır, bu törenlerden sonra, yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeye ve
yaşamlarını, Musevilerin inanışı, tarihi ve kitaplarıyla ilişkilendirmeye başlarlar.
Bugün, dünyada 14 milyon Musevi olduğu biliniyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında,
Musevilerin 6 milyonu İsrail’de, 5 milyonu da, Amerika Birleşik
Devletleri’nde yaşamaktadır. Şimdi, 2500 yıl geri gidelim ve genç bir prens
olan Siddharta ile Budizm’in doğduğu Topraklara, yani, Hindistan’a geri dönelim.
Annesi kraliçe Maya’nın, Siddharta’ya hamile kaldığı gece, beyaz bir fil
tarafından ziyaret edildiği söylenir. Bundan 10 ay sonra, prens Siddharta,
varlıklı ve lüks bir yaşama gözlerini açar. Son derece korunaklı bir yaşamı olan Siddharta,
insanların acı çektiklerini öğrendiğinde, bunun sebeplerini araştırmaya karar verir.
İnsanların neden acı çekmeleri gerektiğini anlamaya çalışır.
Bu acıdan kurtulmak için illa ki 100 defa reenkarne olmak,
yeniden dünyaya gelmek mi gerekir? Başlangıçta, problemin maddi şeylere
olan bağlılık olduğunu düşünür. Bunun için de tüm varlığından vazgeçer.
Gezgin bir dilenci olarak hayatını sürdürmeye karar verir.
ama kısa süre sonra, bunun da onu mutlu etmediğini fark eder.
Daha sonra, bir müzik öğretmeninin, öğrencisine, “telleri çok germe yoksa koparlar, çok gevşek
bırakırsan da müziği duyamazsın” dediğini duyar ve yanıtları uçlarda aramanın
yanlış olduğunu anlar. Lüks ve yoksulluk arasındaki orta
yolun, en bilge yol olduğunu düşünür. Bir bodi, yani, bilgelik ağacı altında meditasyon
yaparken de, yanıtın geri kalanını keşfeder. Tüm yaşam, acı ile doludur.
Acı, insanların kendi isteklerini yerine getirmek için, başkalarını göz
ardı ettiği bencil yaklaşımlardan doğar. 8 adımlı bir planın, bizi bu bencillikten
uzaklaştırıp acımızı da dindirebileceğini anlar. İşte o gün, Siddharta, “Buda”,
yani, aydınlanmış kişi olur. Siddharta tek buda değil, ama ilk Buda’dır.
Sekiz Katlı Asil Yol, Budizm'de acıları sona erdiren yol olarak kabul edilir
İzlemesi hiç de kolay olmayan bu yol, milyonları aydınlanmaya, Buda’lığa,
yani, sağduyu, iç görü, huzur, metanet durumuna ulaştırmayı vaat eder.
O ağacın altından kalktığı andan, yaşlı bir adam olarak öldüğü ana kadar,
Buda, yaşamını insanlara nasıl aydınlanabileceklerini öğretmeye adamıştır.
Bunun için gerekenler: doğru söz, doğru çaba, doğru zihniyet ve diğerlerini
sevmeye odaklı bir kalptir. Budistlerin çoğu, tanrı ve tanrılara
inanırlar, ama onlar için davranışlar, inanışlardan daha önemlidir.
Bugün dünya üzerinde, yaklaşık 1 milyon Budist var.
Bunların çoğu, doğu, güney doğu ve güney Asya’da bulunmaktadır.
Gelelim Hristiyanlık’a. Hristiyanlık, Musevi inanışına göre vaat edilmiş
olan topraklarında, 2000 yıl önce ortaya çıktı. Hinduların, Krishna’ya insan
kılığında tanrı demeleri gibi, Hristiyanların çoğu da İsa Peygamberin
insan kılığında tanrı olduğuna inanırlar. Budizm’in Hinduizm’den doğması
gibi, Hristiyanlığın da Musevilik’ten doğduğu söyleyebiliriz.
İbrahimî dinlerde, Tanrı'nın mesaj ve emirlerini vahiy yoluyla peygamberlere
ulaştıran bir melek olduğuna inanılan Cebrail, Hristiyan inanışına göre genç
bir kadın olan Meryem’den, tanrının oğlunun annesi olmasını ister.
Oğlu, İsa Peygamberdir ve Meryem ile eşi Yusuf tarafından bir marangoz olarak yetiştirilir.
30 yaşına geldiğinde ise, tanrının sözcüsü olarak, toplum içindeki asıl görevini üstlenir.
Dindarlıktan ziyade, adalet ve merhamete ilgi duyan İsa Peygamber, hastaları
iyileştirerek, insanların ilgisini çeker ve onlara, sevgi dolu, bağışlayıcı ve nazik
olan kutsal babasını anlatmaya başlar. Daha sonrasında, herkesi bir sofrada toplar
ve tanrının krallığını resmetmek için, dışlananlar, günahkarlar ve azizlerin
bir arada yemek yediği bir ortam yaratır. Bundan 3 yıl sonra, alışılmadık
bilgeliği başını derde sokar. Düşmanları, onu tutuklatır ve aynen
isyancıları idam ederken yaptıkları gibi İsa peygamberi çarmıha gererler.
Toprağa verilişinden kısa bir süre sonra, kadınlar, mezarının boş olduğunu görürler
ve İsa Peygamberin dirildiği konuşulmaya başlanır. İlk Hristiyanlar, onun dirilmiş
görüntüsünü gördüklerini söylerler ve bu yüzden, mesajlarının
da gerçek olduğuna inanırlar. İsa Peygamberin en önemli mesajı şudur:
“Birbirinizi, benim sizi sevdiğim gibi sevin”. Hristiyanlar, İsa Peygamberin
doğumunu, aralık ayındaki Noel ile, ıstırabını, ölümünü ve dirilişini de,
ilkbahardaki kutsal hafta ile kutlarlar. Vaftiz, yani, günahlardan arınma
ve Hristiyanlığa kabul töreninde, İsa Peygamberin marangoz
hayatından ayrılması canlandırılır. Hristiyanlar, Komünyon ayini denen törende
ise, İsa peygamberin bedeni ve kanı olarak kutsanmış ekmeği yer ve şarabı içerler;
bu da, İsa Peygamberin Havarileriyle birlikte yediği son akşam yemeğine göndermedir.
Dünya üzerinde, 2 milyar Hristiyan var ve bu da, Dünya nüfusunun 3’te birine denk gelir.
Son olarak, son din İslam’a geliyoruz. İslamiyet, 1400 yıl önce, Arabistan çöllerinde Nur
dağındaki Hira mağarasında inzivaya çekilen erdemli bir kişi ile ortaya çıkmıştır.
Bu kişi, Hazreti Muhammed’dir. Kutsal vahiy meleği Cebrail tarafından
ziyaret edilen Hazreti Muhammed’e, Hazreti İbrahim’in tek tanrısı olan Allah’ın
ilk emri, vahiy yoluyla tebliğ etmiştir. Bundan sonraki yıllarda da vahiy
almaya devam eden Hazreti Muhammed, Allah’ın ayetlerini ezberler
ve insanlara iletmeye başlar. İlettiği ayetler, erdemli düşünceler, güzel
kafiyeler ve gizemli metaforlar içermektedir. Ama Hazreti Muhammed, bir şair değil, tüccardır!
Bu ayetleri duyan insanlar, duydukları ayetlerin Allah’ın emirleri olduğuna ve Allah’a inanırlar.
Ve Müslümanlık yayılmaya başlar… Müslüman, “kendini Allah’ın iradesine
teslim eden, iman etmiş ” anlamına gelir. Müslümanların en önemli 5 görevi,
İslam’ın 5 şartı olarak bilinir: Bunlar:
Allah’tan başka ilah olmadığı ve hazreti Muhammed’in de
onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, yani, kelime-i şehadet getirmek,
Namaz kılmak; günde 5 vakit yüzü kıbleye dönük olacak şekilde ibadet etmek,
Zekat vermek yani sahip olduklarına karşılık, paralarının ve mallarının kırkta
birini fakirlere sadaka olarak vermek, Allah’a olan bağlılık ve iradelerini güçlendirmek
için Ramazan ayı boyunca oruç tutmak, ve hacca gitmektir.
Durumu uygun olan her Müslüman, hayatı boyunca en az bir kere Mekke’yi ziyaret etmeli,
Allah’ın huzuruna çıkıp da yargılanacağı günün hazırlığını yapmalıdır.
Allah’ın ayetleri 23 yıl boyunca Hazreti Muhammed’e vahiy olarak geldikten sonra
"toplamak, okumak, bir araya getirmek" anlamlarına gelen Kuran’da toplanmıştır.
Müslümanlar, insanların yozlaşmasından arınmış tek kutsal kitabın Kuran’ı Kerim olduğuna inanırlar.
Çoğu bilim insanı, Kuran’ın edebi yönüne dikkat çekerek Arapça’daki en değerli
edebi eser olduğunu ileri sürer. Bugün dünya üzerinde İslam’ı kabul eden, bir
buçuk milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır. Din, var olduğu süre boyunca, insanlık
kültürünün ayrılmaz bir parçası olmuştur. İnanış ve ibadetler söz konusu olduğunda ise
birçok farklı din ve inanıştan bahsedilebilir. Hepsinin ortak özelliği ise, var oluşun,
doğrunun, yanlışın, günahların, ıstırabın, korkunun, ölümün ardında anlam aramak, insan
yaşamını ve benliğimizi anlamlı kılmaktır.