If you're seeing this message, it means we're having trouble loading external resources on our website.

Bağlandığınız bilgisayar bir web filtresi kullanıyorsa, *.kastatic.org ve *.kasandbox.org adreslerinin engellerini kaldırmayı unutmayın.

Ana içerik

Barok Sanatı Nasıl Ayırt Edilir?

Dr. Steven Zucker ve Dr. Beth Harris ile Barok sanatını nasıl tanıyacağımız üzerine bir söyleşi.

Tartışmaya katılmak ister misiniz?

Henüz gönderi yok.
İngilizce biliyor musunuz? Khan Academy'nin İngilizce sitesinde neler olduğunu görmek için buraya tıklayın.

Video açıklaması

Acaba, bir resme ya da bir heykele bakıp da, “Barok” adını verdiğimiz dönemde yapıldığını anlayabilmenin bir yolu var mıdır? Evet, bu videoda Barok tarzını nasıl ayırt edebileceğimizi anlatmaya çalışacağım. Ve bunu Bernini’nin meşhur eseri, Davut’un dev Goliath’ı mağlup ettiği hikayeyi anlatan heykel üzerinden anlatacağım. Şu an bu heykelin önündeyim ve gerçekten de eğilerek, kendimi taş fırlatmak üzere olan bu adamdan korumak istiyorum. Ne kadar enerjisi varsa, hepsini bu harekete yönlendirmiş gibi görünüyor. Neredeyse birleşecek gibi duran kaşlarını görebiliyor musunuz? Ya da ısırdığı dudaklarını? Sanatçı, insan vücudunu o kadar iyi gözlemlemiş ki! Rönesans döneminde aldığı doğa derslerini çok iyi özümsemiş ve bunların hepsini bu heykelde, duygusal bir yoğunluk içinde yansıtıyor! Burada, sanatçının hareketi dondurduğu, anlık bir kesit görüyoruz, Çünkü insan vücudu bu şekilde çok uzun süre kalamaz. Hatta vücudumuz bu şekli gerçekten de çok ama çok kısa bir süre için alabilir. Öte yandan, bu heykelde Rönesans’ın simgesi olarak kabul edilebilecek durağanlıktan eser yok! Vücut adeta gerilmiş bir yay gibi, tüm enerjisini birazdan salmak üzere! Ve bu anlamda da anlık bir pozisyondan bahsediyoruz. Burada bir köşegen olduğunu görebilirsiniz. Fakat bu köşegenler düzgün değiller, birbiriyle bağlantılılar ve kemer şeklini alıyorlar! Sadece vücudun duruşu değil, sanatçının taşta yarattığı formlar ve çizgiler de, bize heykelin inanılmaz derecede büyük bir enerji depolanmış olduğu hissini veriyor. Figürün bizi kapsaması, bulunduğumuz alana doğru geliyormuş hissi yaratması da işte bu yüzden! Michelangelo’nun Davud’uyla aranızda zarif bir mesafe bulunduğunu hissedersiniz. Onda, ideal güzellik tüm ihtişamıyla gözler önüne serilmiştir. Barok, bundan farklı bir şey yapar ve aklımıza güzel görünmek yerine bedenlerimize güzel görünmeye çalışır. Duygularımızı canlandırmak, harekete geçirmek ister. Michelangelo’nun Davud’unun adeta bir tanrı gibi göründüğünü söyleyebiliriz. Michelangelo, bu figürün doğrusal özelliklerinden ödün vermek istememiş. Davud’un vücut şekli son derece doğrusal. İdealleştirilmiş bir figür… Bernini’nin heykelindeyse, vücudun önüne geçen kollar ve öne doğru atılmış bir bacak, heykele dinamizm kazandırırken, onu ideallikten de uzaklaştırıyor. Bernini’nin karmaşık kompozisyonu aynı zamanda ışık ve gölge oyunlarını da daha iyi bir biçimde sergiliyor. Michelangelo’nun doğrusal kompozisyonu heykelin her yanının eşit ölçüde ışık almasını sağladığı için, bu heykelde koyu gölgeler gözlemleyemiyoruz. Bernini’nin çapraşık heykeli ise, bu gölgelerin oluşmasını sağlayıp, heykele değişik bir hareket kazandırıyor. Peki, Barok’u resimde nasıl ayırt edebiliriz? Bunun için de, İtalyan Barok ressamı Caravaggio’nun bir eserini inceleyelim. Bu tablo da aynı Bernini’nin Davut’u gibi, çok etkileyici bir eser. İsa gibi ölmeyi hak etmediğini düşündüğü için baş aşağı çarmıha gerilmeyi isteyen Aziz Peter’in çarmıha gerildiği sahneyi görüyoruz. Çarmıhın üst kısmı, neredeyse dokunabileceğimiz kadar yakında olduğu hissini yaratıyor. Bernini’nin Davut’unun üzerimize geliyormuş gibi görünmesine paralel olarak, Caravaggio’nun da küçük gösterme yöntemini kullandığını görüyoruz. Bu aynı zamanda, durağanlığı da bozan bir etken. Çarmıh ayağa kaldırılıyor ama Peter’in iriliği, çarmıhın ağırlığı, Peter’in düşecekmiş gibi görünmesi, bütün bu faktörler, resme büyük bir hareket kazandırıyor. Çarmıhın oluşturduğu köşegenler dikkat çekiyor. Buna ek olarak, çarmıhı kaldırmaya çalışan ayaktaki ve dizlerinin üzerindeki figürlerin oluşturdukları köşegenler de var. Bu resim, Barok dönemin özelliklerinden biri olan birbiriyle kesişen köşegenlere çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Bunu, Bernini’nin heykeliyle karşılaştırmak biraz ilginç. Bernini müstakil bir heykel yapmış ama Caravaggio, gölge ve ışık arasındaki sert geçişlerle resme ağırlık ve form katmış. Bu küçük oyunlar, aynı Bernini’nin heykelinde olduğu gibi, resme canlılık ve enerji kazandırıyor. Karanlık bir arka plan üzerindeki parlak figürler, onlara dokunabilecekmişiz gibi hissetmemizi sağlıyor! Rönesans resminin özellikleri arasındaki alan illüzyonu, mimari tasarım, figürlerin arasındaki manzaralar gibi özelliklere karşın, Caravaggio , arka planda karanlığı kullanarak figürleri daha da ön plana çıkarmış! Duygusal olarak bize o anı hissettirebiliyor ve yaşatabiliyor. Ve eserin enerjisi bu şekilde bedenimize geçebiliyor! Peter’in ayaklarının ne kadar yakın olduklarını görüyorsunuz, değil mi? Ayaklarındaki ve ellerindeki çiviler ne kadar da gerçekçi duruyor! Buradaki şiddet bile resmin etkileyiciliği sebebiyle farklı duygular yaratıyor. Bu arada benim ilgimi en çok resmin durağanlığını bozan bir biçimde, ağırlık merkezinin kaymış yani havaya kaldırılmış olması çekiyor. Bu noktayı vurgulamak için, Yüksek Rönesans döneminde Rafael’in yapmış olduğu bir tabloya bakalım. Bu resimde, durağanlık ve dengeye yapılan vurguyu görebiliyor musunuz? Figürler, formların en dengelisi olan “piramit” şeklinde birleştirilmişler. Figürlerin üzerinde ışık var ve 3 boyutlu bir ortamda bulunuyorlar. Ön plan, orta plan ve arka plan arasında keskin geçişler var. Rafael, bizi sadece öndeki figürleri değil, arka plandaki figürleri de içine alan bir bilgi bombardımanına tutarken, Caravaggio dikkatimizi hangi noktalara yönlendireceğimiz konusunda oldukça özenli davranmış. Madonna’nın güzel yüzüne bir baksanıza! Sonuçta bu kadın belirli biri değil, Hristiyanlıkta genel bir dini figür. Ama Peter, bu dine inananların daha iyi tanıdığı ve hakkındaki hikâyelerle hayatının ve bu yaşadıklarının gerçek olduğuna inanılan bir karakter. Yerdeki çamur ve parçalanmış giysiler de Rönesans resmine göre daha gerçekçi bir hava yaratıyor. Şu ana kadar hep İtalyan sanatından örnekler gördük. Acaba aynı özellikler, Alpler’in kuzeyinde yaratılmış sanat eserleri için de geçerli midir? Rubens’a ait bir esere bakalım. Bu eserde de köşegenleri, ışık ve gölge arasındaki dramatik kontrastı görebiliyoruz. Peki ya Protestanlığın etkili olduğu yerlerde yaşayan sanatçılar? Saydığımız özellikler, Katolik baroğunun özellikleridir ve inananların inançlarını körüklemek amacını güderler. Hollanda’da, kilise için resim yapmak zorunda olmayan Protestan sanatçılar, Katolik sunak parçalarından çok farklı eserler yapmışlardır. O halde gelin, bahsettiğimiz Barok sanatının zıttı olan bir eseri inceleyelim. Bu, Vermeer’in “Sürahili Genç Kız” isimli eseri. İncil’den alıntı bir hikaye yerine, gündelik ev hayatına ait bir sahne görüyoruz. Varlıklı bir kadın Kuzey Avrupa’daki evinde resmedilmiş. Bu eser Barok mudur? Her şey oldukça durgun. Işık bile varla yok arasında, burada bir sakinlik hakim. Caravaggio’daki şiddetli ve dramatik ışıktan eser yok! Sanatçı, ışıktaki belli belirsiz geçişleri ustalıkla kullanmış. Işığın kadının başındaki örtüden geçişine dikkat eder misiniz? Ya da sağ kolunun alt kısmındaki ışık geçişlerine bir bakar mısınız?... Kadın, dikdörtgen formlarla çevrelenmiş. Kenardaki pencere, üstte, duvardaki harita ve alt taraftaki masa... Bu şekillerin arasında kalmış olmasına rağmen, hareket ederek şekillerden kaynaklanan durağanlığa ve geometrik boşluğa karşı koyuyor. Sürahiyi masaya koyduğu veya masadan aldığı ve pencereyi açtığı o anda yakalanmış! Işık bile arada kalmış, dışarıdan gelen ışıkla iç ortamın ışığı birbirine karışıyor. Caravaggio’nun şiddetli ışığı ya da Vermeer’in sakin kullanımı olsun, ışığa verilen önem, Baroğun önemli özelliklerinden biridir. Resim, ışıktaki ve kadının dikkatindeki ince geçişlerden ibaret. Kendimizi, kadına elimizi uzatsak, masadaki örtüye dokunabilecekmiş kadar yakın hissediyoruz. Dolayısıyla Caravaggio ve Bernini’deki yakınlık hissi, burada da var. Tüm bu resimler arasında, 17. Yüzyıl Hollanda manzara resimlerindeki baroğu nasıl tanıyabiliriz? Bu, Ruisdael’in “Çiftlikler ve Haarlem Manzarası” isimli tablosu. Bunun ideal bir manzara olmadığına, Ruisdael’in doğduğu yer olan Haarlem’den bir manzara olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Manzara dedik ama buradaki bulutlar çok daha dikkat çekici. Bu devasa kütlelerin gökyüzünde nasıl hareket ettiklerini görebiliyor musunuz? Nerdeyse gözlerimizin önünde oluşup yok olduklarını hissedebiliyoruz! Ve yine bir geçişten bahsediyoruz. Bulutlardaki geçişler, yeryüzünde sıralı bir şekilde gölge ve ışık alan bölgeler oluşturuyor. Barok, zamana farklı bir açıdan bakar ve bir geçişten bahseder. Dramatik ya da sakin, bir ışık oyunu içerir. İzleyiciyi esere dahil eder, izleyici ve sanat eseri arasındaki sınırı ortadan kaldırır. Barok eserlerde köşegenler kullanılır ve bu sayede enerji ve drama yaratılır. Ve benim için Barok her zaman, özne ile olan doğrudan bir ilişki gösterir.