Ana içerik
Konu: Avrupa 1300-1800 > Ünite 8
Ders 1: Barok'a yeni başlayanlar için bir rehberBarok Sanatı Nasıl Ayırt Edilir?
Dr. Steven Zucker ve Dr. Beth Harris ile Barok sanatını nasıl tanıyacağımız üzerine bir söyleşi.
Tartışmaya katılmak ister misiniz?
Henüz gönderi yok.
Video açıklaması
Acaba, bir resme ya da bir heykele bakıp
da, “Barok” adını verdiğimiz dönemde yapıldığını
anlayabilmenin bir yolu var mıdır? Evet, bu videoda Barok tarzını nasıl ayırt
edebileceğimizi anlatmaya çalışacağım. Ve bunu Bernini’nin meşhur eseri,
Davut’un dev Goliath’ı mağlup ettiği hikayeyi anlatan heykel üzerinden
anlatacağım. Şu an bu heykelin önündeyim ve gerçekten
de eğilerek, kendimi taş fırlatmak üzere olan bu adamdan korumak
istiyorum. Ne kadar enerjisi varsa, hepsini bu harekete
yönlendirmiş gibi görünüyor. Neredeyse birleşecek gibi duran kaşlarını
görebiliyor musunuz? Ya da ısırdığı dudaklarını? Sanatçı, insan vücudunu o kadar iyi gözlemlemiş
ki! Rönesans döneminde aldığı doğa derslerini
çok iyi özümsemiş ve bunların hepsini bu heykelde, duygusal
bir yoğunluk içinde yansıtıyor! Burada, sanatçının hareketi dondurduğu,
anlık bir kesit görüyoruz, Çünkü insan vücudu bu şekilde çok uzun
süre kalamaz. Hatta vücudumuz bu şekli gerçekten de çok
ama çok kısa bir süre için alabilir. Öte yandan, bu heykelde Rönesans’ın simgesi
olarak kabul edilebilecek durağanlıktan eser yok! Vücut adeta gerilmiş bir yay gibi, tüm
enerjisini birazdan salmak üzere! Ve bu anlamda da anlık bir pozisyondan bahsediyoruz. Burada bir köşegen olduğunu görebilirsiniz. Fakat bu köşegenler düzgün değiller,
birbiriyle bağlantılılar ve kemer şeklini alıyorlar! Sadece vücudun duruşu değil,
sanatçının taşta yarattığı formlar ve çizgiler de, bize heykelin inanılmaz
derecede büyük bir enerji depolanmış olduğu hissini veriyor. Figürün bizi kapsaması, bulunduğumuz alana
doğru geliyormuş hissi yaratması da işte bu yüzden! Michelangelo’nun Davud’uyla
aranızda zarif bir mesafe bulunduğunu hissedersiniz. Onda,
ideal güzellik tüm ihtişamıyla gözler önüne serilmiştir. Barok, bundan farklı bir şey yapar ve aklımıza
güzel görünmek yerine bedenlerimize güzel görünmeye çalışır. Duygularımızı canlandırmak, harekete geçirmek
ister. Michelangelo’nun Davud’unun
adeta bir tanrı gibi göründüğünü söyleyebiliriz. Michelangelo, bu figürün doğrusal
özelliklerinden ödün vermek istememiş. Davud’un vücut şekli son derece doğrusal. İdealleştirilmiş bir figür… Bernini’nin heykelindeyse, vücudun önüne
geçen kollar ve öne doğru atılmış bir bacak, heykele dinamizm kazandırırken,
onu ideallikten de uzaklaştırıyor. Bernini’nin karmaşık kompozisyonu aynı
zamanda ışık ve gölge oyunlarını da daha iyi
bir biçimde sergiliyor. Michelangelo’nun doğrusal
kompozisyonu heykelin her yanının eşit ölçüde ışık almasını sağladığı
için, bu heykelde koyu gölgeler gözlemleyemiyoruz. Bernini’nin çapraşık heykeli ise, bu
gölgelerin oluşmasını sağlayıp, heykele değişik bir hareket kazandırıyor. Peki, Barok’u resimde nasıl ayırt edebiliriz? Bunun için de, İtalyan Barok ressamı Caravaggio’nun
bir eserini inceleyelim. Bu tablo da
aynı Bernini’nin Davut’u gibi, çok etkileyici bir eser. İsa gibi ölmeyi hak etmediğini düşündüğü
için baş aşağı çarmıha gerilmeyi isteyen Aziz Peter’in çarmıha gerildiği sahneyi
görüyoruz. Çarmıhın üst kısmı, neredeyse dokunabileceğimiz
kadar yakında olduğu hissini yaratıyor. Bernini’nin Davut’unun üzerimize geliyormuş
gibi görünmesine paralel olarak, Caravaggio’nun da küçük
gösterme yöntemini kullandığını görüyoruz. Bu aynı zamanda, durağanlığı da bozan
bir etken. Çarmıh ayağa kaldırılıyor ama
Peter’in iriliği, çarmıhın ağırlığı, Peter’in düşecekmiş gibi görünmesi,
bütün bu faktörler, resme büyük bir hareket kazandırıyor. Çarmıhın oluşturduğu köşegenler dikkat
çekiyor. Buna ek olarak, çarmıhı kaldırmaya çalışan
ayaktaki ve dizlerinin üzerindeki figürlerin oluşturdukları köşegenler de var. Bu resim, Barok dönemin özelliklerinden
biri olan birbiriyle kesişen köşegenlere çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Bunu, Bernini’nin heykeliyle karşılaştırmak
biraz ilginç. Bernini müstakil bir heykel yapmış
ama Caravaggio, gölge ve ışık arasındaki sert geçişlerle resme ağırlık
ve form katmış. Bu küçük oyunlar, aynı Bernini’nin heykelinde
olduğu gibi, resme canlılık ve enerji kazandırıyor. Karanlık bir arka plan üzerindeki parlak
figürler, onlara dokunabilecekmişiz gibi hissetmemizi sağlıyor! Rönesans resminin özellikleri arasındaki
alan illüzyonu, mimari tasarım, figürlerin arasındaki manzaralar gibi özelliklere
karşın, Caravaggio , arka planda karanlığı
kullanarak figürleri daha da ön plana çıkarmış! Duygusal olarak bize o anı hissettirebiliyor
ve yaşatabiliyor. Ve eserin enerjisi bu şekilde bedenimize
geçebiliyor! Peter’in ayaklarının ne kadar yakın olduklarını
görüyorsunuz, değil mi? Ayaklarındaki ve ellerindeki çiviler ne
kadar da gerçekçi duruyor! Buradaki şiddet bile resmin etkileyiciliği
sebebiyle farklı duygular yaratıyor. Bu arada benim ilgimi en çok
resmin durağanlığını bozan bir biçimde, ağırlık merkezinin kaymış yani havaya
kaldırılmış olması çekiyor. Bu noktayı vurgulamak için, Yüksek Rönesans
döneminde Rafael’in yapmış olduğu bir tabloya bakalım. Bu resimde, durağanlık ve dengeye yapılan
vurguyu görebiliyor musunuz? Figürler, formların en dengelisi olan “piramit”
şeklinde birleştirilmişler. Figürlerin üzerinde ışık var
ve 3 boyutlu bir ortamda bulunuyorlar. Ön plan, orta plan ve arka plan arasında
keskin geçişler var. Rafael, bizi
sadece öndeki figürleri değil, arka plandaki figürleri de içine alan bir bilgi bombardımanına
tutarken, Caravaggio dikkatimizi hangi noktalara yönlendireceğimiz konusunda oldukça özenli davranmış. Madonna’nın güzel yüzüne bir baksanıza! Sonuçta bu kadın belirli biri değil, Hristiyanlıkta
genel bir dini figür. Ama Peter, bu dine inananların daha iyi tanıdığı ve hakkındaki hikâyelerle hayatının ve bu
yaşadıklarının gerçek olduğuna inanılan bir karakter. Yerdeki çamur ve parçalanmış giysiler
de Rönesans resmine göre daha gerçekçi bir
hava yaratıyor. Şu ana kadar hep İtalyan sanatından örnekler
gördük. Acaba aynı özellikler, Alpler’in kuzeyinde
yaratılmış sanat eserleri için de geçerli midir? Rubens’a ait bir esere bakalım. Bu eserde de köşegenleri, ışık ve gölge
arasındaki dramatik kontrastı görebiliyoruz. Peki ya Protestanlığın etkili olduğu yerlerde
yaşayan sanatçılar? Saydığımız özellikler, Katolik baroğunun
özellikleridir ve inananların inançlarını körüklemek amacını güderler. Hollanda’da, kilise için resim yapmak zorunda
olmayan Protestan sanatçılar, Katolik sunak parçalarından çok farklı eserler yapmışlardır. O halde gelin, bahsettiğimiz Barok sanatının
zıttı olan bir eseri inceleyelim. Bu, Vermeer’in “Sürahili
Genç Kız” isimli eseri. İncil’den alıntı bir hikaye yerine,
gündelik ev hayatına ait bir sahne görüyoruz. Varlıklı bir kadın Kuzey Avrupa’daki
evinde resmedilmiş. Bu eser Barok mudur? Her şey oldukça durgun. Işık bile varla yok arasında,
burada bir sakinlik hakim. Caravaggio’daki şiddetli
ve dramatik ışıktan eser yok! Sanatçı, ışıktaki belli belirsiz geçişleri
ustalıkla kullanmış. Işığın kadının başındaki örtüden geçişine dikkat eder misiniz? Ya da sağ kolunun alt kısmındaki ışık
geçişlerine bir bakar mısınız?... Kadın, dikdörtgen formlarla çevrelenmiş. Kenardaki pencere,
üstte, duvardaki harita ve alt taraftaki masa... Bu şekillerin arasında kalmış olmasına
rağmen, hareket ederek şekillerden kaynaklanan durağanlığa ve
geometrik boşluğa karşı koyuyor. Sürahiyi masaya koyduğu veya masadan aldığı
ve pencereyi açtığı o anda yakalanmış! Işık bile arada kalmış,
dışarıdan gelen ışıkla iç ortamın ışığı birbirine karışıyor. Caravaggio’nun şiddetli
ışığı ya da Vermeer’in sakin kullanımı olsun,
ışığa verilen önem, Baroğun önemli özelliklerinden biridir. Resim,
ışıktaki ve kadının dikkatindeki ince geçişlerden ibaret. Kendimizi, kadına elimizi uzatsak, masadaki örtüye dokunabilecekmiş kadar yakın hissediyoruz. Dolayısıyla Caravaggio ve Bernini’deki
yakınlık hissi, burada da var. Tüm bu resimler arasında, 17. Yüzyıl Hollanda manzara resimlerindeki baroğu
nasıl tanıyabiliriz? Bu, Ruisdael’in “Çiftlikler
ve Haarlem Manzarası” isimli tablosu. Bunun ideal bir manzara olmadığına,
Ruisdael’in doğduğu yer olan Haarlem’den bir manzara olduğuna dikkatinizi
çekmek istiyorum. Manzara dedik ama buradaki bulutlar çok daha
dikkat çekici. Bu devasa kütlelerin gökyüzünde nasıl
hareket ettiklerini görebiliyor musunuz? Nerdeyse gözlerimizin önünde oluşup yok
olduklarını hissedebiliyoruz! Ve yine bir geçişten bahsediyoruz. Bulutlardaki geçişler,
yeryüzünde sıralı bir şekilde gölge ve ışık alan bölgeler oluşturuyor. Barok, zamana farklı bir açıdan bakar ve
bir geçişten bahseder. Dramatik ya da sakin,
bir ışık oyunu içerir. İzleyiciyi esere dahil eder,
izleyici ve sanat eseri arasındaki sınırı ortadan kaldırır. Barok eserlerde köşegenler kullanılır ve bu sayede enerji ve drama yaratılır. Ve benim için Barok her zaman,
özne ile olan doğrudan bir ilişki gösterir.