Ana içerik
19. Yüzyıl Avrupası'nda Sanat
Konu: 19. Yüzyıl Avrupası'nda Sanat > Ünite 2
Ders 5: AlmanyaFriedrich'in "Deniz Kenarındaki Keşiş" İsimli Tablosu
Caspar David Friedrich, Deniz Kıyısındaki Keşiş, 1808 veya 1810, tuval üzerine yağlıboya, 110 x 171,5 cm (Alte Nationalgalerie, Staatliche Museen zu Berlin)
. Orijinal video Beth Harris ve Steven Zucker tarafından hazırlanmıştır.
Tartışmaya katılmak ister misiniz?
Henüz gönderi yok.
Video açıklaması
19. yüzyılda yapılmış resimlere baktığımızda figürler ve hareketleri bize bir hikaye anlatır biz de resmi adeta sahne sanatlarındaki izleyicilerin bakış açısıyla seyrederiz. Ancak Caspar David Friedrich'in eserlerinde durum biraz farklı, bu sanatçının resimlerinde genelde yalnız bir figür vardır. Ve o figüre uzaktan bakmak yerine, kendimizi o figürle özdeşleştiririz. O figürün gördüklerini görmeye başlarız. Figürle özdeşleşmek ve onun bakış açısıyla görmek. Bu, görmekte olduğumuz 'Deniz kenarındaki keşiş' isimli tablo için de geçerli. Buradaki keşiş figürü, pek çok yönden oldukça radikal ve modern şekilde resmedilmiş. Kanvasın büyük kısmını kaplayan engin gökyüzünü görüyoruz. Sanırım oldukça soğuk. Tablonun üst kısımlarında görüntü net. Bulutlar birbirine geçmiş. Sonra daha da koyulaşıyor, bulutlar kararıyor ve tehditkar hale geliyor. Altta yer alan okyanus dondurucu soğuklukta rengi neredeyse siyah.Dalgaların kabarmasını görebiliyoruz. Alt tarafında kışın oluşan kumullar var sanırım burası kuzey Almanya'da Greifswald civarı. Greifswald, Baltık Denizi kıyılarında Denizin ufuk çizgisinin altında ise keşişi görüyoruz. Gördüğümüz figür bir keşiş olduğu için aklımıza ruhanilikle ilgili çağrışımlar geliyor. Düşüncelerimiz bu yöne kayıyor. Keşiş, daracık toprak şeridinin üzerinde duruyor. Ufuk çizgisinin altında. Tüm algıları açık. Biz de onunla birlikte içinde bulunduğumuz ortamı algılıyoruz. Üzerimizdeki uçsuz bucaksız gökyüzünün ilahiliğini algılamakla birlikte üzerinde yaşadığımız dünyanın tehditkar doğasını da hissediyoruz. Beyaz renkler büyük dalgaların tepeciklerini belirliyor doğanın gücünü, bu okyanusun gücünü hissediyoruz. Ulvilik yani yücelik, ululuk 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyılda çok önem verilen bir kavram. Antik zamanların bu kavramına tekrar güç kazandıran en ünlü sanatçı sanırım İngiltere'den Edmond Burke. Bir eserim tüm gücüne ve dehşetine rağmen ilham verici bir güzellikte olması fikri. Bu kavram , Tanrı'nın dünyamızda yarattığı güzellikler ile karşı karşıya gelmek olarak düşünülmüş. Uçsuz bucaksız doğa ile karşılaştırıldığında insanoğlunun ne kadar küçük olduğu, ne kadar aciz kaldığı.. Buradaki figür, sağ tarafa bakıyor gibi. Sanatçı bu resimde ufukta bir gemi çizmiş olabilirdi ve ufukta gözüken bir gemi bu resmi son derece sıradan hale getirirdi. Biliyorsunuz, 19. yüzyılın ana çabası insanoğlunun doğayı kontrol altına alabilmesi. Bu resimde ise bu çabanın antitezini görüyoruz. Bu resim diyor ki, hayır aslında doğa insanoğlundan çok daha ulu. Başardığımız teknolojik gelişmeler, doğayı yenmiş gibi hissetmemizi sağlıyor. Bu resim ise, alçakgönüllü bir şekilde bunun tam tersinin geçerli olduğunun altını çiziyor. Bu resmin yapıldığı dönemde, Mary Shelly Frankeştayn'ı yazıyor. Frankeştayn, hayat vermek için Tanrı gibi sonsuz güce sahip olduğunu düşünüyor ve Tanrı'ya meydan okuma kibrini gösterdiği için cezalandırılıyor. Bu dönem, endüstri devriminin başlangıcı. İnsanoğlu kendi gücünün farkına varmaya ve aynı zamanda gücünü sorgulamaya başlıyor. 19 yüzyılda cevap bulmaya çalıştıkları temel sorulardan biri bilimsel, endüstriyel gelişmelerin yaşandığı bu kültür ortamında Yaradan'ın muazzam gücünü, ilahiliğini nasıl yansıtabilecekleri olmuş. 'Deniz kenarındaki keşiş' resmi bu soruya cevap vermeye çalışmış. Bu eser, aynı sanatçının 'Meşe Ormanındaki Manastır' ismindeki eserinin sergilendiği salonda sergileniyor. Çok güzel bir ikili resim. Her ikisi de karakışı gösteriyor. Keşiş derin ilahi düşüncelere dalmış. Sanırım buradaki keşiş, 'Meşe Ormanındaki Manastır' isimli sağdaki tabloda tabutu taşınan keşiş olmalı.