If you're seeing this message, it means we're having trouble loading external resources on our website.

Bağlandığınız bilgisayar bir web filtresi kullanıyorsa, *.kastatic.org ve *.kasandbox.org adreslerinin engellerini kaldırmayı unutmayın.

Ana içerik

Ayasofya, İstanbul

Metni yazan: Dr. William Allen
Büyük Constantine şehri (Konstantinopolis) ve Büyük Justinian Aya Sofya'yı Hz. Meryem'e sunarken, mozaik, muhtemelen 10. yüzyıl, güneybatı girişi, Aya Sofya, fotoğraf: Steven Zucker
Büyük Constantine Konstantinopolis şehrini ve Büyük Justinian Aya Sofya'yı Hz. Meryem'e sunarken, mozaiki muhtemelen 10. yüzyıl, Güneybatı girişi, aya Sofya, fotoğraf: Steven Zucker (CC BY-NC-SA 2,0)

Bizans'ın bir sembolü

Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'in bu muhteşem kilisesi, bugünkü mimari şeklini İmparator 1. Jüstinyen'in yönetiminde almıştır. Yapının bitmiş halini zaman zaman rüyasında gören imparatorun gururuna eşlik eden büyük bir törenle, 537 yılında bitirilen kilise bir mühendislik harikasıdır. Sayısız orta çağ gezgini, kilisenin ihtişamından övgüyle söz ederken, yapının mucizeleriyle ilgili çokça hikaye anlatılagelmiştir. Parthenon'un Klasik Yunan'ı veya Eyfel Kulesi'nin Paris şehrini simgelemesi gibi, Ayasofya da Bizans'ın sembolüdür.
Milet şehrinden Isidore ve Tralles şehrinden Anthemius, İmparator Justinian için, Aya Sofya, İstanbul, 532-37, fotoğraf: Steven Zucker (CC BY-NC-SA 2,0)
Milet'li Isidore ve Tralles'li Anthemius, İmparator Justinian için, Aya Sofya, İstanbul, 532-37, fotoğraf:Steven Zucker (CC BY-NC-SA 2,0)
Mükemmel oran, işlevsel duruş ve eşsiz ruhaniliğin her biri, çeşitli inanç ve değerleri simgeler. Ustaları, bütünsel etkisi ve detaylarıyla mistik bir hale gelen Ayasofya'yı dünya mirasına hediye etmiştir. Yapının özü, kendi iskeletinde yekpare durmayı reddeder. Ayasofya'nın varlığı, yapının içerisindeki çoğu şey manevileştirilmiş gibi göründüğü için, nasıl ayakta durduğuna dair uhrevi bir açıklama feryat ediyor gibi görünmekte ve bu, Orta Çağ Ortodokslarının yapıyı algılayış şekline göre gerçek olması beklenen bir izlenimdi. Manevileşme durumuna, sütun başlığı gibi ufak bir detayda yahut yapının en belirgin kısmı olan kubbeside rastlanabilir.

Bir sütun başlığına bakarak başlayalım

Sepet formlu sütun, Aya Sofya (fotoğraf: William Allen, CC BY-NC-SA 2,0)
Sepet formlu sütun, Aya Sofya (fotoğraf: William Allen, CC BY-NC-SA 2,0)
Sütun başlığı; Roma karma başlığının ve Bizans icadının varyasyonları aracılığıyla Klasik İyon düzeninin bir türevidir. Köşelerde daraltılmış kıvrımlara rastlanmaktadır ve dekoratif detaylar, sütun başlığının alt kısımlarının çevrimlerini oluşturmaktadır. Sütun başlığı, ayakta tuttuğu kısımdan alttaki yuvarlak sütuna geçişi sağlaması bakımından önemli bir rol üstlenmektedir. Burada, sütun başlığının hafif hatta önemsiz görünmesini sağlayan bir dekorasyona rastlıyoruz. Yapının bütünü, sütunun devasa ağırlığını taşıyabilecek sağlam bir taştan ziyade, bir çeşit sıradan tel işlemesi gibi görünüyor.
Iyon tarzı sütun, Erechtheion'un kuzey sundurması, Acropolis, Atina, mermer, M.Ö. 421-407, British Museum (fotoğraf: Steven Zucker CC:BY-NC-SA 2,0)
Iyon tarzı sütun, Erechtheion'un kuzey sundurması, Acropolis, Atina, mermer, M.Ö. 421-407, British Museum (fotoğraf: Steven Zucker CC:BY-NC-SA 2.0)
Ayasofya sütun başlığını, Klasik Yunan yahut İyon sütun başlığı ile karşılaştırın. Örnekteki sütun başlığı, Atina'daki Akropolis'te bulunan Yunan Erehteyonu'na ait. Söz konusu sütun başlığında bolca süslemeli işlemeye rastlanabilmektedir; fakat yapılan bu işlemeler, sütun başlığının işlevselliğini azaltmamaktadır. İki spiralin arasındaki çizgiler eğimli olmakla birlikte spiraller; hem taşınan ağırlığı gösterirken, hem de sütun başlığında saçaklığı karşılamak için yukarı kuvvet uygular ve bu esnada bastırılan enerjiyi ve sahip olduğu ağırlığı gösterir. Burada sütun başlığı işlevsel bir parçadır ve tasarımı, nasıl çalıştığını zarif bir biçimde ifade eder.
Bir Bizans ve klasik başkent karşılaştırması.
Görseldeki iki örneğin arasındaki ilişki, San Vitale'deki mozaiklerin Antik Çağ'dan Orta Çağ'a kadar geçirdiği evrime benzemektedir. Ayasofya'nın zemininde yer alan sütun başlığı parçası, kullanılan oyma tekniğini tasvir etmektedir. Taş, derin bir biçimde delinmiş ve böylece bitkisel dekorasyonun arkasında gölgelerin oluşması sağlanmıştır. Yüzeyi, ince görünmektedir. Dolayısıyla söz konusu sütun başlığı, işlevini yerine getirmekten ziyade göreviyle çelişmektedir.
Sütundaki derin oyma, Aya Sofya (fotoğraf: William Allen, CC BY-NC-SA 2,0)
Sütundaki derin oyma, Aya Sofya (fotoğraf: William Allen, CC BY-NC-SA 2,0)
Görseldeki derin oyma; Ayasofya'nın sütun başlıklarında, kemer üstü bölmelerinde ve sütun pervazlarında görülmektedir. Nereye yahut nereden bakarsak bakalım, karşımızdaki taşın yerine getirmesi gerektiği işi yerine getirmeyi görsel açıdan reddeden bir taş olduğu bariz bir gerçektir. Önemli olan nokta ise dekorasyonun, binanın ayakta durmasında sağlam yapım tekniği dışında bir faktörün de işin içinde olması gerektiği ihtimalini düşündürtmesidir.

Cennetten inmiş altın bir kubbe

Ortodoksluk inancına sahip olanların, Ayasofya'nın yapısal başarısını doğa üstü yahut ilahi bir müdahaleye bağladıkları bilinmektedir. Mimarisinde edinilen ve tercih edilen üslubu, Ayasofya'nın kubbe hatlarından daha iyi açıklayan henüz hiçbir şeye rastlanmadı. İmparator Jüstinyen'in biyografisini ve inşa ettirdiği binalar hakkında bilgiler içeren bir kitabı yazmasıyla bilinen Procopius, kubbenin doğa üstü bir müdahale ile binanın üzerinde dolandığını ve en sonunda yerine yerleştiğini iddia eden ilk kişidir.
"... devasa yuvarlak kubbe, yapıyı bilhassa cazibeli kılmaktadır. Fakat, sanki sağlam bir yapı düzenine oturtulmamış gibi ve aksine, cennetten indiği rivayet edilen altın kubbesiyle sadece görünüşüne yoğunlaşılmış gibi görünüyor." (Procopius'un "Binalar" isimli eserinden, Loeb Klasik Kütüphanesi, 1940, Chicago Üniversitesi'nin Penelope projesi aracılığıyla çevrimiçi olarak ulaşılabilir)
Söz konusu açıklama, büyük kilisenin edindiği ilmin bir parçası oldu ve yüzyıllarca sürekli tekrar etti. Kubbenin temelini incelemek, detay edinmek konusunda yardımcı olmaktadır.
Aya Sofya kubbe, yarım kubbe ve melekler, fotoğraf: Steven Zucker (CC BY-NC-SA 2.0)
Aya Sofya kubbe, yarım kubbe ve melekler, fotoğraf: Steven Zucker (CC BY-NC-SA 2.0)
Kubbenin altındaki pencereler yakın aralıklarla yerleştirilmiş olmakla birlikte, görsel açıdan kubbenin temelinin temelsiz olduğunu ve binanın kendisine hemen hemen hiç dokunmadığını göstermektedir. Yapının inşasını planlayanlar, pencereleri sıkıştırmaktan da fazlasına girişmişler ve ayrıyeten pencerelerin pervazlarını yahut kenarlarını altın mozaikle kaplamışlar. Işık, altın üzerine yansır ve açıklıkların etrafından sekerek, aynı zamanda tüm yapıyı da dolaşarak, kubbe hareketleniyormuş gibi bir görünüm yaratır.
Kubbenin alt kısmındaki pencereler, Aya Sofya (fotoğraf: William Allen, CC BY-NC-SA 2,0)
Kubbenin alt kısmındaki pencereler, Aya Sofya (fotoğraf: William Allen, CC BY-NC-SA 2,0)
Ortak bir mimari beklenti oluşturmak gayesiyle manevileştirilmiş bir yapı ortaya çıkarmak amacıyla, yapının mevcut vaziyetinin bilinçli olarak tasarlandığı düşüncesini kabul etmemek zordur. Mimariye dair algılar, objektif açıklamaya ağır basmaktadır. Konstantinopolis'in Ortodokslarına ve ziyaretçilerine göre bu yapı, başka türlü yapılması imkansız olduğu düşünülen yapı için ilahi müdahale fikrini uygun buldu. Bu algı, zamanla kendi açıklamasını doğurdu: kubbe, cennetten 'görünmez bir zincir' aracılığıyla indirilmişti.

Bir meleğin tavsiyesi mi?

Ayasofya ile ilgili ve çeşitli kaynaklarda karşımıza çıkan eski bir hikaye, kilisenin mucizesi hakkında anlamlı bir açıklamaya sahiptir. Hikaye, şöyle ilerlemektedir: Kilisenin inşası esnasında, ustaların arasında bir genç de bulunmaktaydı. Devam eden inşaatta bir sıkıntıya rastlayan ekip, birilerinden yardım istemek için kiliseden ayrılmıştı (ve bazı kaynaklara göre, imparatorluğun sarayından yardım istemişlerdi). İnşaat işçileri yardım aramaya gitmişken bu genç ise, inşaat aletlerini korumakla görevlendirilmişti. İnşa edilen binanın içerisinde aniden bir varlık belirdi ve gence, inşaattaki sorunun nasıl çözülebileceğini anlattı. Sonra gence, gidip inşaat işçilerine bu çözümü anlatmasını söyledi. Ayrıyeten, gence kendisi yokken aletleri koruyacağı konusunda söz verdi. Gencin işçilere sunduğu çözüm öyle zekiceydi ki; inşaat ekibi, söz konusu varlığın sıradan bir insan olmadığının ve aksine, bir melek olduğunun farkına vardı. Sonrasında bu melekle iletişime genç, şehirden uzaklaştırıldı ve bir daha geri dönmesine asla izin verilmedi. Meleğin, büyük kiliseyi kutsadığı için içerisinde kalmaya devam edeceği düşünüldü ve bu inanış devam etti. Ayasofya'nın metaneti hakkındaki herhangi bir şüphe, büyük kiliseyi koruduğuna inanılan melek dolayısıyla artık geçersiz sayılıyordu.*

Hasar ve onarımlar

Ayasofya, bir deprem fay hattının üzerinde durmaktadır. Yapı, ilk zamanlarında üç depremden önemli derecede hasar gördü. Kapsamlı onarımlara ihtiyaç duyuldu. Tüm onarım çalışmalarına ve yıkılacağı endişelerine rağmen, şehrin enkazları içerisinde çokça kez ayakta kalmış olması gerçeği de, Ayasofya'nın bir ilahi güç tarafından korunduğu fikrine katkı sağladı.
Kapsamlı onarımlar ve restorasyonlar, günümüzde de devam etmektedir. Modern inşaat mühendisliğinin, 6. yüzyılın cüretkar inşaat tekniklerinde gerçekleşen hasarları telafi edebilme özelliği dolayısıyla, insanoğlunun başarıları için kendimizle gurur duyuyoruz. Her iki çağın da kendine özgü inanç sistemleri olmuştur ve bu devasa yapının bakımına dair modern yaklaşımımızın meşruluğundan açıkça eminiz. Fakat aynı zamanda unutmamak gerekir ki; Bizans döneminin yapısal inanç sistemine hayranlıkla yaklaşmasaydık, bu konuda bu kadar ileri olamayabilirdik.
Metni yazan: Dr. William Allen
*Dr. Helen C. Evans, "Byzantium Revisited: The Mosaics of Hagia Sophia in the Twentieth Century," Fourth Annual Pallas Lecture (University of Michigan, 2006).
Ayasofya tarihinin bir özeti: Isidore ve Anthemius; İmparator Konstantin'in talebiyle inşa ettirilen bir 4. yüzyıl kilisesinin ve 532 Nika ayaklanması esnasında yıkılan bir 5. yüzyıl yapısının üzerine kendi kiliselerini inşa etmeye başladılar. Ortaya çıkan yapı, Ayasofya yahut namı diğer 'Kutsal Bilgelik Kilisesi' oldu. Sonrasında, İstanbul'un 1453 yılında fethi ile, Osmanlı Sultanı II. Mehmed tarafından camiye çevirildi. Cami ise 1934 yılında, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından müzeye çevirildi. En sonunda, 2020 yılında tekrar camiye çevirildi.

Ek kaynaklar:

Tartışmaya katılmak ister misiniz?

Henüz gönderi yok.
İngilizce biliyor musunuz? Khan Academy'nin İngilizce sitesinde neler olduğunu görmek için buraya tıklayın.