Ana içerik
11. Sınıf Biyoloji
Konu: 11. Sınıf Biyoloji > Ünite 1
Ders 1: Denetleyici ve Düzeleyici Sistem, Duyu Organları- Sinir Sistemi
- Sinir Sisteminin Yapısı
- Sinir Sisteminin Fonksiyonları
- Otonom Sinir Sistemi
- Otonom ve Somatik Sinir Sistemi
- Motor Fonksiyonlar
- Kas Gerilme Refleksi
- Nöronun Anatomisi
- Nöronların Yapısına Genel Bakış
- Nöron Fonksiyonlarına Genel Bakış
- Nöronlarda Atlamalı İletim
- Gri ve Beyaz Madde
- Beyin
- Beyincik
- Beyin sapı
- Subkortikal Serebrum
- Serebral Korteksin İşlevlerine Genel Bakış
- Hemisferlerin Faklılıkları ve Hemisfer Baskınlığı
- Nörotransmitter Sistemlerin Anatomisi
- Beyin Araştırmalarında Kullanılan İlk Yöntemler
- Beyin Araştırmalarında Kullanılan Modern Yöntemler
- Muhteşem Bezler: Endokrin Sisteminiz
- Endokrin Sistemi
- Endokrin Bezleri ve Hormonlar Tekrar
- Hipotalamus ve Hipofiz Bezi
- Hormon Türleri
- Hormonal Faaliyetin Hücre Düzeyinde İşleyişi
- Endokrin Sisteminin Davranış Üzerindeki Etkisi (1. Bölüm)
- Endokrin Sisteminin Davranış Üzerindeki Etkisi (2. Bölüm)
- Akıl Hastalıkları
- Alzheimer Hastalığı: Plaklar ve Yumaklar
- Depresyonun Teşhisi
- Depresyon ve Bipolar Bozukluk
- Depresyon ve Majör Depresif Bozukluk
- Diyabet Türleri
- İnsan Gözünün Yapısı
- Görsel Algı Bilgisi
- Işığın Adım Adım Taşınması
- Işık Reseptörleri (Çubuk ve Koni Hücreler )
- Işık Reseptörlerinin Göz Çukurundaki Dağılımı
- Görsel Algının İşlenmesi
- Özellik Sezinleme ve Paralel İşleme
- İşitsel Yapı (1. Bölüm)
- İşitsel Yapı (2. Bölüm)
- İşitsel Bilgilerin İşlenmesi
- Olfaksiyon (Koku Alma) - Yapısı ve İşlevi
- Feromonlar
- Gustasyon (Tat Alma) - Yapısı ve İşlevi
- Somatik Duyular (Somatosensasyon)
- Periferik Somatosensasyon (Somatik Duyular)
- Duyusal Adaptasyon ve Amplifikasyon
- Somatoduysal Homunkulüs
- Propriyosepsiyon ve Kinestezi
- Acı ve Sıcaklık
© 2023 Khan AcademyKullanım ŞartlarıGizlilik PolitikasıÇerez Politikası
Depresyon ve Majör Depresif Bozukluk
Tıp ve sağlıkla ilgili içerik için, http://www.khanacademy.org/science/healthcare-and-medicine MCAT içeriği için de http://www.khanacademy.org/test-prep/mcat web sitelerinden bizi ziyaret edebilirsiniz.
Bu videolar tıbbi tavsiye niteliğinde olmayıp sadece bilgilendirme amaçlıdır. Videolar kesinlikle tıbbi tavsiye, tedavi ve teşhis amaçlı kullanılmamalıdır. Sağlık sorunlarınızla ilgili her zaman bir doktora başvuruda bulunun. Khan Academy’de izlediğiniz videolar sonucu, doktor tavsiyelerini görmezden gelmeyin ya da doktora gitmekte gecikmeyin. Orijinal video Brooke Miller tarafından hazırlanmıştır.
Tartışmaya katılmak ister misiniz?
Henüz gönderi yok.
Video açıklaması
Kısaca depresyon olarak da bilinen majör
depresif bozukluk, Uzun süren acizlik hissi ve gelecek hakkındaki
cesaretsizlikle karakterize edilir. Bu rahatsızlığa sahip bireylerin öz saygıları
düşüktür ve bir işe yaramadıkları hakkında çok güçlü fikirleri vardır. Daha önce hoşlarına giden şeyleri yapmak
için enerjileri de yoktur. Yapmak zorunda oldukları ya da hoşlarına
gitmeyen bir şeyi yapmak ise, çok ama çok zordur. Sosyal açıdan dışlanmış hissederler,
önemli işler için dikkatlerini toplayamazlar ve karar vermekte zorlanırlar. Duygu durumlarındaki bu düşüklük hayatlarının
her yönüne yansımaya başlar. Depresyonun bazı fiziksel belirtileri de
vardır, Örneğin uyuşukluk yani sürekli yorgun
olma hali. Depresyonla teşhis edilmiş hastaların kilolarında
değişiklikler olur, ya aşırı kilo alırlar ya da aşırı kilo kaybı yaşarlar. Uykuları da düzenli değildir, çok fazla
uyuyor ya da hiç uyuyamıyor olabilirler. Depresyonun fiziksel belirtileri batılı
kültürlerde çoğu zaman görmezden gelinir çünkü bu kültürlerde,
Depresyon, duygu durumundaki değişikliklerle tanımlanır. Bireylerin duyguları ya da neler hissettikleri
ile ilgili konuşmalarının çok da hoş karşılanmayan doğulu kültürlerdeyse,
depresyonun fiziksel belirtileri ön plandadır. Depresyonda olan bir bireyin kültürel geçmişi
düşünüldüğünde hiçbir belirtinin atlanmaması işte bu açıdan çok önemlidir. İnsanların, ruhsal sağlık kurumlarına başvurmalarının
birinci sebebi, depresyon ya da depresyona ait belirtilerdir. Bu yüzden, depresyon, psikolojik bozuklukların
“nezle”si olarak adlandırılmaktadır. Bu benzetmeyi hem sevdiğimi hem de sevmediğimi
söylemeliyim. Sevmemin sebebi, depresyonun aslında ne kadar
yaygın bir rahatsızlık olduğunu çok iyi bir şekilde tasvir ediyor olması. Dünya üzerindeki erkeklerin yüzde 13’ü,
kadınların da yüzde 22’sinin, hayatlarında en az bir kere, depresyonun belirtileriyle
uyuşan bir rahatsız geçirdikleri tahmin edilmektedir. Bir araştırmaya göre, üniversite öğrencilerinin
yüzde 31’i gibi büyük bir bölümünde, bu rahatsızlığı deneyimlemişlerdir. Bu rakamlar çok yüksek rakamlar olduğu
için, depresyonu, nezleye benzetmek mantıklı bir yaklaşım. Yine de, nezlenin, depresyonun aslında ne
kadar ciddi bir rahatsızlık olduğunu doğru bir biçimde yansıtmadığını düşünüyorum. Depresyon, birinin, hayatında bir kere kendini
kötü hissettiği bir durum ya da normal bir hayatın gidişatı içerisinde geçerli
bir sebep varken üzgün ya da kederli hissetmekle alakalı da değildir. Bu yüzden, nezlenin, depresyonun bu yönünü
önemsizmiş gibi gösterdiğini düşünüyorum. Depresyon, bir yakınının kaybı ya da ayrılık
gibi olaylar sonucu tetiklenebilir, ama tek sebebinin bunlar olmadığını da eklemeliyim. Depresyon çoğu zaman kendi başına seyreden
bir rahatsızlık değildir ve depresyonla teşhis edilmiş hastaların büyük bir bölümünde,
kaygı ya da anksiyete bozukluğunun da gözlemlenmesi çok normaldir. Şu ana kadar her şeyi maviyle yazdım ve
açıkçası bu renkten biraz sıkıldığım için değiştirmek istiyorum. Şimdi, depresyona sebep olan faktörlerden
bahsedelim. Bunları 3 kategoriye ayıracağım. Biyolojik faktörler, psikolojik faktörler
ve sosyokültürel ya da çevresel olarak adlandırabileceğimiz faktörler. Hızlı hızlı yazmaya çalışıyorum. Tamam. Öncelikle, aileler ve ikizler üzerinde yapılan
araştırmalara dayanarak, depresyonun genetik bir kökeni olduğundan bahsedebiliriz. Fonksiyonel görüntüleme kullanan araştırmalar,
depresyonun, prefrontal yani alın korteksinde azalan aktivasyona sebep olduğunu da göstermektedir. Bu durum, depresyonla teşhis edilmiş bireylerin
karar vermede ve aksiyon almada neden zorlandıklarını açıklar. Araştırmacılar, depresyonun, beynin, ödül
merkezinde de düşük aktiviteye sebep olduğunu bulmuşlar ve böylece hastaların daha önce yapmaktan zevk aldıkları şeylerden artık neden zevk
almadıkları konusuna da açıklık getirmişlerdir. Depresyon aynı zamanda bazı nörotransmiterler
ve nörotransmiter düzenlemesi ile de alakalıdır. Nörotransmiter yerine kısaca NT yazacağım. Yine araştırmalara göre, depresyonla teşhis
edilmiş bireylerde daha az sayıda serotonin ve norepinefrin reseptörleri bulunmaktadır. Bu araştırmalar gerçekten de çok önemli
ve ilgi çekici bulgular içeriyorlar. Bulgular, aynı zamanda sinirbilimi kaynaklı
oldukları için oldukça ikna ediciler. Tüm bunlara rağmen, biyolojik faktörleri
olduklarından daha basitmiş gibi düşünmemeliyiz. Neden mi? Bunun için, serotonin taşıyıcı bir genle,
depresyon arasındaki ilişkiden bahsetmek istiyorum. Bu genin adı, 5 HTTLPR’dir. Hemen not alıyorum. Birçok araştırma, bu genin depresyon üzerinde
büyük bir rol oynadığını ortaya çıkarmıştır. Ama bu genin depresyonla olan ilişkisi, bireyin
ancak çok stresli ortamlarda bulunması sırasında gözlemlenir. Tüm hikaye burada bitmemekle beraber, daha
da karmaşıklaşıyor. Çünkü bu gene sahip bireyler, sıcak ve
pozitif bir ortamda bulunurlarsa, depresyon riskleri azalıyor! Bu durum, hala tam olarak anlayamadığımız,
anlamaya çalıştığımız ve biyolojik faktörlerin aslında ne kadar karmaşık
olabileceğini gösteren bir durumdur. Sırada, depresyonu etkileyen psikolojik faktörler
var. Bu kategorideki teorilerden biri, öğrenilmiş
acizlikle alakalıdır. Teoriye göre, kontrol edemediği ve üzerinde
hiçbir etkisi olmayan kaçındırıcı durumlara ardı ardına maruz kalan bireyler,
depresyonla sonuçlanabilecek bir şekilde güçsüz hissetmeye başlayabilirler. Örneğin birisi eğer ailesi, okulda arkadaşlarının
sataşması ya da kontrol edemediği bir durum yüzünden uzun süre stres altında kalırsa,
hissettikleri acizlik kontrolden çıkabilir ve bu his yüzünden içinde bulundukları
durumu değiştirmeye çalışmaktan da vazgeçebilirler. Bu depresyon hakkındaki davranışsal teorilerden
biridir. Şimdi biraz da algısal teorilerden bahsedelim. Bu teoriler, tekrar edilen fikir ve inanışların
depresyonu tetikleme olasılığı üzerinde dururlar. Herkesin zaman zaman negatif ya da yıkıcı
düşüncelere sahip olması normaldir ve bir zaman sonra, kendimizi bu düşüncelerden
sıyırıp, aslında çok da mantıklı olmadıklarına karar veririz. Ama bazı insanlar bu düşünce örgüleri
içinde sıkışıp kalırlar. Negatif düşünceler, aksiyonlar ve deneyimlere
o kadar odaklanırlar ve bunlar hakkında o kadar düşünürler ki,
bu algısal sapmalar onları depresyona sürükleyebilir. Depresyonla ilgili algısal teorilerden bir
diğeri, nitelemeler ya da açıklama tarzlarıyla alakalıdır. Günlük hayatımızda, etrafımızda gelişen
olayları açıklamaya çalışırız. Bunu yaparken de, gördüklerimizi iç ya
da dış etkenlere bağlar yani onların bizim yüzümüzden mi yoksa kontrolümüz
dışında gelişen başka bir şey yüzünden mi olduğunu belirlemeye çalışırız. Mesela, sınavdan yeteri kadar çalışmadığımız
için kötü bir not almak iç, Öğretmenin oldukça zor sorular sorması
yüzünden kötü bir not almak da dış bir etkendir. Depresyonla teşhis edilen bireyler, kötü
deneyimleri iç etkenlere bağlarlar. Bir arkadaşlarının onları geri aramamasının
ya da mesaj atmamasının sebebini, Sevimsiz biri olmalarına yorarak, arkadaşlarının
sinemada olabileceğini ya da telefonunun kapalı olabileceğini düşünmezler bile. Buna ek olarak, negatif deneyimlerin değişmez
olduğunu ve gelecekte de gerçekleşmeye devam edeceğini düşünürler. Negatif deneyimler, aynı zamanda bütünleyicidirler de. Yani onlar için, arkadaşlarından birinin
onları aramaması, hiçbir arkadaşlarının onları sevmediği anlamına gelir. İç nitelemeler, değişmez nitelemeler ve
bütünleyici nitelemeler, hep birlikte, kötümser bir niteleme tarzının ortaya çıkmasına
sebep olur. Bu durum, bazı bireyleri depresyona meyilli
bir hale de getirebilir. Bu teorilere ek olarak, başa çıkma mekanizmaları
ve öz saygı ile alakalı da değişik algısal teoriler vardır,
ama tüm bu teorilerin, depresyonun sebebi mi yoksa sonucu mu olduğunu belirlemek yani kötümser niteleme tarzının depresyonun sebebi mi yoksa sonucu mu olduğunu söylemek,
oldukça güçtür. Üçüncü olarak, çevresel ya da sosyokültürel
faktörler de depresyona sebep olabilirler. Depresyonla teşhis edilmiş yakın bir arkadaş,
sevgili ya da eşinizin olması, sizin depresyona girme şansınızı yükseltebilir. Bunun nedeni tam olarak bilinmese de, bazı
araştırmalar, bu bireylerin, aynı konu hakkında uzun uzun birlikte düşünmelerine
işaret ediyor. Arkadaşlarınızla negatif olaylar ve sorunlarınız
hakkında konuşursunuz, öyle değil mi? Depresyona meyilli bireyler bu durumlarda
çözümler yerine, negatif deneyimlere ve olayların değişik versiyonlarına odaklanırlar. Bu, belirli bir ölçüde normal olarak kabul
edilebilecek bir durumdur, Yani yakın arkadaşların birbirinin üzüntülerini
paylaşması, son derece normaldir ve doğal empati olarak adlandırılır, öyle değil mi? Ama zor zamanlarında arkadaşlarımızı
rahatlatmak için kullandığımız empatinin, bazen depresyonun yayılma sebeplerinden birine
dönüşebileceğini de unutmamız gerekir. Sosyoekonomik durumları iyi olmayan, işlerini
zar zor ellerinde tutabilen ya da işlerini kaybetmiş insanların depresyona daha meyilli
olabileceklerini de eklemek istiyorum. Sosyal dışlanma, çocuk istismarı ve ön
yargı da, depresyona etki eden çevresel faktörler arasındadır. Bir bireyin, homoseksüellik konusunda son
derece ön yargılı bir ailede yetiştiğini ve zaman içerisinde kendi cinsine ilgi duyduğunu
keşfettiğini düşünün. Bu bireyler, yıllar boyu maruz kaldıkları
bu ön yargıyı içselleştirdikleri için depresyona girebilirler. Konuştuklarımızı tekrar edecek olursak,
depresyona sebep olabilecek, biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel ya
da çevresel faktörlerden bahsettik. Tüm bu faktörleri biyopsikososyal modelde
bir araya toplayabiliriz. Bu teori, bu faktörlerin tek tek değil de,
bir arada etki ettiklerini savunur. Yani, bazı insanlar genetik olarak depresyona
daha meyilli olsalar da depresyon ancak durumların depresyona temel hazırladığı ortamlarda
ya da belirli düşünce tarzlarının ortaya çıkması sonucu gelişir.