If you're seeing this message, it means we're having trouble loading external resources on our website.

Bağlandığınız bilgisayar bir web filtresi kullanıyorsa, *.kastatic.org ve *.kasandbox.org adreslerinin engellerini kaldırmayı unutmayın.

Ana içerik

Alyuvarlar

Oksijenin hemoglobin aracılığıyla alyuvarlara bağlanması. Orijinal video Sal Khan tarafından hazırlanmıştır.

Tartışmaya katılmak ister misiniz?

İngilizce biliyor musunuz? Khan Academy'nin İngilizce sitesinde neler olduğunu görmek için buraya tıklayın.

Video açıklaması

Gaz alışverişi ve akciğer sistemiyle ilgili olan son videomuzda, alveol keseciklerinden bahsetmiştik. Buraya çizelim. Akciğerlerimizde bahsettiğim alveol keseciklerinden vardır; ve bunun gibi küçük kümeler halinde bulunurlar. İyi anlamanız için buraya birkaç tane daha çiziyorum. Son videodan hatırlarsanız, vücuda alınan hava önce soluk borusundan geçer, sonra soluk borusunun ayrılmasıyla oluşan bronşlardan geçer, bronşların devamında bulunan bronşiollere ulaştıktan sonra alveol keselerinde son bulur. İşte bu alveol keseciği. Bunlar, solunum sistemiyle ilgili konuştuğumuz son videoda bahsettiğimiz çok küçük kesecikler. Tabii ki bu alveol keseciklerini besleyen başka bir bronşiolden ayrılarak oluşmuş olan bronşioller de var ama daha fazla detaya girmek istemiyorum şu an. Son videoda gördük ki nefes aldığımızda, diyafram kasılıp akciğerlerimizin genişlemesini sağladığında, akciğerler boş alanı doldurur ve ciğerlere hava girer. Soluduğumuz hava, atmosferik havayı soluduğumuz için %21 oksijen ve %78 azot gazından oluşur. Ve aslında, atmosferimizde, karbondioksit gazı çok az miktarda bulunan bir gazdır; % 1'den bile az. Kısacası, nefes aldığınızda vücudunuza bu gazları alacaksınız. Bu alveol keseciklerinin etrafını çevreleyen kılcal damarlara sahibiz, akciğer kılcal damarları. Bu akciğer kılcal damarlarını çizelim; kirli kan oksijen yönünden zenginleşebilmek için alveollere gelirler. Bu yüzden de oksijen yönünden fakir olan kan, morumsu görünebilir. Kirli kan alveolün içindeki oksijeni alır; oksijen alveolün zarından geçerek bu çok çok küçük tüplerin, yani kılcal damarların içine girer. Bu olayın gerçekleşmesi, kanın rengini kırmızı yapar. Sonuç olarak, eğer kan kırmızıysa, ki şu anda kırmızı, kan oksijen açısından zengin demektir. Bütün mesele, oksijeni kılcal damarlara alabilmektir. Şimdi kan, kalbe geri dönmek için hazır. Bu miktar kalbe giden kanın küçük bir parçası. Kalpten çıkan bir damar ki bu damar da kalpten çıkmış bir atardamardır. Kalbe doğru giden damarlar da toplardamardır. Yani buradaki de bir toplardamar. Şimdi bir soru var, bu bir önceki videoda gelmişti.Birisi ki bence çok güzel bir soru sormuş aldığımız havanın çoğunun azot olduğunu söylemiş Yani sadece% 21'i oksijen. Peki bütün bu azota ne oluyor? Nasıl olur da kanımıza geçmiyor? Ve bu gerçekten mükemmel bir soru. Bu soruyu cevaplamak için, burada neler olduğunu açıklamak yardımcı olacaktır. Biraz daha büyük çizelim. Şimdi bu bir alveolün içi. Bu alveolün zarı; aşırı ince, öyle ki neredeyse tek bir hücre kalınlığında. Hemen yanında kan taşıyan kılcal damarlar var. Ve bu kılcal damarlar, oksijen, nitrojen ve karbondioksit gibi gazları geçirecek yapıdadır. Burada da kalp var. Şimdi bu kalpten gelen kan, bu da geri giden kan olsun. Kalp iki taraflı çalışıyor. Şu şekilde ifade etmek daha iyi; kalpten gelip kalbe geri dönüyor.. Burada kalpten gelirken sahip olduğumuz kan kirli kan ve aslında yüksek yoğunlukta karbondioksite sahip. Karbondioksiti de turuncu renkle yapalım. Burada da aslında çok karbondioksit var, karbondioksit de alveollerden kana geçebiliyor ve kanın plazma kısmında taşınıyor. Yani kırmızı kan hücreleri tarafından taşınmıyor, Neyse bunu birkaç saniye içinde konuşacağız.Şimdi değil.. Evet burada bir küme karbondioksitimiz var. Kirli kandaki karbondioksit yoğunluğu alveol keseciklerindeki karbondioksit yoğunluğundan daha fazla olacaktır. Yani eğer bu zar karbondioksit için geçirgense, karbondioksit molekülleri alveol keseciklerine nüfuz edebilecektir. Şimdi diğer taraftayız, burada oksijenimiz var. Nefes yoluyla oksijeni içimize alırız. Oksijenin havadaki konsantrasyonu %21, bu yüzden aslında karbondioksite kıyasla çok daha fazla oksijen alıyoruz. Şimdi burası da kirli kan. Biz vücudumuzdaki tüm oksijeni kullanıyoruz. Aslında burada hiç oksijen yok; bu yüzden oksijen, zarın içinden kılcal damara nüfuz edebilecek. Çünkü oksijen yoğunluğu kılcal damarda düşük. Oksijen zarın yüzeyinden geçtikten sonra, bir anda kanın oksijen yoğunluğu artıyor ve kan, kalbe geri dönmeye hazır oluyor. Atardamar ve toplardamar arasındaki bu geçiş çok hassas bir olay. Burada rahat bir şekilde "tamam, bu kalpten çıkan bir damar" diyebiliyorsunuz. Bu bizim toplardamarımız. Bu damar da kalpten çıktığı için de bir atardamar. Bu damar da kalbe gittiği için toplardamar oluyor. Akciğerlerden oksijeni alan kan, kalbe toplardamar yoluyla geri döner. Bir atardamarın bitiş noktasıyla toplardamarın başlangıç noktasını ayırt etmek zor. Sınır olarak, karbondioksit yoğunluğunun az olduğu ve oksijen yoğunluğunun çok olduğu yerler gösterilebilir. Akciğer atardamarından başlamak iyi bir fikir. Videonun ilerleyen kısımlarında akciğer atardamarının neden özel olduğunu göreceksiniz çünkü akciğer atardamarları kalpten çıkmasına rağmen çok az ya da hiç denilebilecek seviyede oksijene ve yüksek oranda karbondioksite sahiptir. Yani akciğer toplardamarının atardamara dönüştüğü nokta çok belirgin değil. Kan akciğerden oksijeni aldıktan sonra, kalbe geri dönmeye hazır olur. Bu bir akciğer toplardamarı ve temiz kan taşıyor. Yani bu kana oksijenli kan diyebiliriz. Bu iki damarın özel olmalarını söylememin asıl nedeni diğer damarlara göre ters çalışıyor olmaları. Genel olarak atardamarlarımıza baktığımızda, bu damarların temiz kan taşıdığını görebiliriz. Ancak kalpten akciğerlere giden damar yani akciğer atardamarı, diğer atardamarların aksine kirli kan taşır. Aslında , toplardamarların kirli kan taşıdığını görürüz , ancak akciğer toplardamarı temiz kan taşımaktadır. Bu zıt durumun asıl nedeniyse akciğerlerin vücudumuzdaki karbondioksiti alan ve oksijeni vücuda veren tek organ olmasıdır. Sonuçta burada tonlarca azot gazı; oksijen ve karbondioksitten çok daha fazla miktarda. Peki bu azot moleküllerine ne oluyor? Bu sorunun cevabı şudur, azot kanın içine geçebilir ve geçiyor da ama kanın azotu alabilme kapasitesi o kadar yüksek değil. Bu durumda oksijenin neden bu kadar özel olduğunu sorabilirsiniz. Yani neden kanın oksijeni alışı azotu alışından daha kolay? Bu noktada kırmızı kan hücreleri yani alyuvarlar devreye giriyor. Kırmızı kan hücreleri burada duran hücreler Yani, yandan görünüşünü çizmek isteseydim en dış kısımda daha şişkin ve orta kısımda daha basık bir yapıya sahip olurdu. Vücudumuzda damarların içinde dolaşırlar ve eğer çizecek olursak görürüz ki şekilleri aynı tavla puluna benzer. Tepesinden bastırılmış bir küreye benziyor, ortaları biraz daha basık, aynı bir tavla pulu gibi. Eğer biraz da açı katarak çizmiş olsaydım, aynı bunun gibi görünecekti. Hücrenin her iki tarafında da, orta kısımda içe doğru bir basıklık görülürdü. Kırmızı kan hücreleri hemoglobin içerirler. Belki de bütün video boyunca hemoglobin yapacağız. Hemoglobinler, dört tane hem grubu içeren küçük proteinlerdir. Yani, kırmızı kan hücrelerinin içinde milyonlarca hemoglobin proteini var. Sonuç olarak hemoglobin proteinleri, onları bu şekilde çizeceğim bu dörtlü "hem grupları"na sahipler. Bu hem gruplarının temel bileşeni demirdir. Bu yüzden de demir bizim için çok önemlidir. Eğer vücudunuzda yeterli demir yoksa, vücudunuzun oksijeni işlemesi konusunda sorun yaşarsınız ve hemoglobin işlevini tam olarak yerine getiremez. Ama bunun üzerine demir var. Dört tane hem grubuna sahip. Her bir hem grubu oksijen moleküllerine bağlanır. Oksijene bağlanma konusunda çok iyidirler. Büyük ihtimalle bir sonraki videoda hem gruplarının oksijeni nasıl serbest bıraktığını göreceğiz. Ancak kanda milyonlarca hem grubu var ve oksijen kırmızı kan hücresinin içine geçtikten sonra hemoglobin üzerinde bulunan hem gruplarına bağlanırlar. Kırmızı kan hücreleri içlerinde hemoglobin barındırdıkları için oksijen alımında bir sünger gibidirler çünkü hemoglobin oksijen alma konusunda çok başarılıdır. Kısaca kırmızı kan hücreleri plazmada bulunan bütün oksijeni emebilme yeteneğine sahip. Plazmayı kanı genel olarak oluşturan sıvı olarak görebiliriz, ancak kırmızı kan hücreleri buna dahil değil. Buradaki kırmızı kan hücresi yeterince kırmızı değil. Kırmızı kan hücresinin neden yeterince kırmızı olmadığını açık bir şekilde göstereyim, burada bir kırmızı kan hücremiz olsun, ki bu aslında anahtar noktamız. Karbondioksitin büyük bir kısmı vücudumuzu plazma içinde dolaşmaktadır. Karbondioksit aslında biraz daha farklı bir formda. Karbondioksit karbonik asit olarak bulunuyor ve aslında bu durum kanın oksijeni nerede bırakacağını bilmesini sağlıyor, ama bu başka bir videonun konusu. Buradaki kan hücresi birkaç hemoglobin proteinine sahip ancak bu haemoglobin proteinleri oksijenlerini bırakmışlar. Bunun sonucunda da görüyoruz ki aslında kanı kırmızı yapan oksijene sahip olan hemoglobinlerdir. Kırmızı ışığı yansıtırlar. Oksijene sahip olmadığında, hemoglobin o kadar kırmızı görünmez. Daha morumsu, mavimsi ya da kısaca daha koyu görünür. Ve bu yüzden vücudunuzda kirli kan taşıyan toplardamarlarımız, mavimsi bir renge sahiptir. Bu renk değişimi, oksijenin hem gruplarına bağlanmasılya, hemoglobin proteininin bütün şekil ve oluşumunu değiştirmesinden kaynaklanmaktadır. Bunu birçok kez gördük. Protein öyle bir şekle bürünür ki, bir anda morumsu ya da koyu renk bir ışığı yansıtmak yerine kırmızı ışığı yansıtmaya başlar. Bu yüzden de kırmızı kan hücreleri oksijeni alınca kırmızı renk olurlar. Çok yüzeysel olarak değiniyorum. Asıl nokta ise, atmosferde oksijene kıyasla bu kadar çok azot gazı varken biz neden azota kıyasla çok daha fazla oksijeni alıyoruz? Bu sorunun cevabıysa kırmızı kan hücreleri daha once söylemiştik. Bu kırmızı kan hücreleri milyonlarca hemoglobin proteinline sahiptir. Bu proteinler de plazmada bulunan bütün oksijeni emerler. Kısacası, oksijenin yaklaşık % 98.5 Yani %98 buçuğunu emerler. Sonuç olarak kırmızı kan hücreleri hareket halindedir ve kalbe geri dönerler. Kanımızı kırmızı yapanlar da bunlardır. Kırmızı kan hücresinin içinde bulunan hemoglobin proteinimiz var. Bunlar oksijene bağlanırlar. Bu yüzden de oksijenin plazmadaki yoğunluğu düşüktür. Azot gazı için için böyle bir sistem yok. Yani azota bağlanan özel bir hücre bulunmamakta. Azot hemoglobine de bağlanamaz. Bu yüzden de oksijen alımı azota göre çok daha fazladır. Şimdi biraz kırmızı kan hücresi üzerinde odaklanmak istiyorum çünkü kendisi çok büyüleyici. Hücrelerin yapısıyla ilgili olan videoda, bütün hücrelerin hücre zarına ve DNA'ya sahip olduğunu söyledim. Ve şimdi kırmızı kan hücreleriyle ilgili büyüleyici olan şey ki zaten içlerinde milyonlarca hemoglobin molekülü veya proteini olduğunu söyledim hücre çekirdeğine sahip olmamalarıdır Doğal olarak DNA'ya da sahip değillerdir. Peki, bu nasıl bir hücre olabilir ki? Bunu ilk öğrendiğimde, "canlı mı?" diye düşünmüştüm. Sonradan ortaya çıktı ki, bu hücreler büyürken bir çekirdeğe sahip oluyorlar. Tüm hücreler içlerindeki proteinleri oluşturmak için, var olmak için ve yapısal olarak kendisini oluşturabilmek için DNA'ya yani hücre çekirdeğine ihtiyaç duyar. Ama kırmızı kan hücresinde bütün mesele, olabildiğince çok hemoglobine sahip olmaktır. Hayal edebileceğiniz gibi ki bu durum bu hücrenin evrim özelliğini de gösterir. Kırmızı kan hücreleri asıl işlerine başlama seviyesine geldiğinde, yani bütün yapısı oturduktan sonra, hücre çekirdeklerinden kurtulurlar. Hücre çekirdeklerini hücre dışına iterler ve bunun sebebi hemoglobin için yer açmak istemeleridir Çünkü ne kadar fazla hemoglobininiz olursa o kadar çok oksijen alabilirsiniz. Şimdi asıl konuşmak konu istediğim hemoglobin hakkında gerçekten ilginç olan başka bir özellik. Zaten kırmızı kan hücreleri ile ilgili konuştuk. Doğal yapılarında hücre çekirdekleri olmadığı için oldukça ilginçlerdir. Çok da kısa bir ömre sahiptirler. 80 ile 120 gün arasında süren bir ömürleri var yani uzun ömürlü değiller, bu felsefi bir soru bile olabilir: Hücre çekirdekleri yokken hala canlılar mı yoksa sadece oksijen taşıyan cansız damarlar mı, ne de olsa kendilerini ya da DNA'larını yeniden üretmiyorlar. Aslında, hemoglobin üzerinde tartışmak yerine şimdi bu videoyu sonlandırıyorum. Amacım on dakikalık videolar yapmakken yirmi dakikaya çıkmaya başladığımı fark ettim. Bu yüzden bu konuyu burada bırakacağım, bir sonraki videoda hemoglobin ve dolaşım sistemi hakkında daha çok konuşuruz. Eyvallah