If you're seeing this message, it means we're having trouble loading external resources on our website.

Bağlandığınız bilgisayar bir web filtresi kullanıyorsa, *.kastatic.org ve *.kasandbox.org adreslerinin engellerini kaldırmayı unutmayın.

Ana içerik

Psikoanalitik Teori

Sigmund Freud'un Kişiliğin Psikoanalitik Teorisi'ni ve kişiliğimize katkıda bulunan beynimizin değişik yapılarını öğrenin. Shreena Desai anlatıyor. . Orijinal video Shreena Desai tarafından hazırlanmıştır.

Tartışmaya katılmak ister misiniz?

İngilizce biliyor musunuz? Khan Academy'nin İngilizce sitesinde neler olduğunu görmek için buraya tıklayın.

Video açıklaması

Şimdi, kişilik kuramlarımızdan ilki olan psikoanalitik kurama bir giriş yapalım. Psikoloji dünyasında çok ünlü bir isim vardır. Mutlaka duymuşsunuzdur: Sigmund Freud. Yazayım. Çünkü bu kuramın mimarı olması açısından çok önemli bir isimdir Freud. Sigmund Freud. Bu arada garip ama gerçek bir bilgi vereyim: Freud aslında psikolog değil, hekimdi. Nörologdu. 1885’te, hipnoz üzerine araştırmalar yapmak için bir meslektaşıyla birlikte Paris’e gitti. Ve Paris’te geçirdiği yıllarda, tıbbi psikopatolojiye yöneldi. Freud çalışmalarına başladığında, bugün bildiğimiz anlamıyla psikiyatri, daha doğmamıştı. Evet. Bugünlük tarih dersimiz burada bitmiştir. Şimdi, başa dönüp psikoanalitik kuramdan bahsetmeye başlayalım. Psikanalitik kuram der ki, çocukluk deneyimlerimiz ve bilinçdışı arzularımız, davranışlarımızı etkiler. Bu kuramın anahtar kelimesi işte bu: bilinçdışı. Kişiliklerimizin altında, bazen farkında bile olmadığımız hatıra, inanç, istek, dürtü ve içgüdüler yatıyor. İşte bu farkında olmadığımız şeyler, bilinçdışımızı oluşturuyor. Freud’un içgüdü kuramının ardında yatan bir diğer itici güçse, libido kavramıdır. Bu kelimeyi daha önce başka bir bağlamda duymuş olabilirsiniz. Ama bizi bu kuramdaki anlamı ilgilendiriyor. Libido, akıl mekanizmalarının çalışmasını sağlayan doğal enerji kaynağıdır. Ve bu libidinal enerji, psikoseksüel gelişimin belli bir evresinde takılıp kalırsa... İşte bir anahtar kelime daha... Yani psikoseksüel gelişim evrelerinden birinde böyle bir saplantı söz konusu olursa, etkisi ömür boyu süren çatışmalar ortaya çıkabilir. Yani bu kurama göre, bir yetişkinin kişiliğini, belli evrelerdeki saplantıları belirler. Örneğin oral dönem saplantılı biri – ki oral dönem psikoseksüel gelişimin ilk evresidir – oral kişilik özellikleri sergileyebilir. Mesela büyüdüğünde çok konuşkan olabilir veya sigara alışkanlığı edinebilir. Freud, zihinsel yapıları üçe ayırıyor. Bu şekli bir buzdağı gibi düşünebiliriz. Önce tüm buzdağını iki bölüm halinde inceleyelim. Buzdağının görünen, yani suyun üstünde kalan bu bölümü, zihnimizin bilinç kısmıdır. Farkında olduğumuz her şey burada gerçekleşir. Evet, üst kısım bilinç olduğuna göre bilin bakalım bu alt kısım ne? Evet, evet, evet “Bilinçdışı” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Doğru. Buna bilinçaltı da dendiğini duymuşsunuzdur. Burası bilinçdışı zihin. Peki bir şeyi fark ettiniz mi? Bilinçdışı, bilinçten çok daha büyük. Hani “bu daha buzdağının görünen kısmı,” deriz ya, aynen öyle. Zihnimizin büyük bölümü yüzeyin altındadır aslında. Evet, artık zihnimizi oluşturan yapının ilk kısmına geçebiliriz. Yani id’e... Gördüğünüz gibi id’in yeri burası. Zihnimizin büyük kısmını oluşturan bilinçdışında yer alıyor. Yani yüzeyin altında. İd, doğumdan hemen sonra gelişir ve derhal tatmin edilmeyi bekler. Geldik yapının ikinci kısmına, yani egoya. Ego burada yer alır. Yani hem bilinçli, hem de bilinçdışı zihnimizin bir parçasıdır. Neden öyle olduğunu birazdan göreceğiz. Egomuz, algı, düşünce ve yargılarımızda rol oynar ve anlık tatmin bekleyen idin aksine uzun süreli bir tatmin beklentisindedir. Üçüncü kısımsa burada yer alıyor. Sığdırmaya çalışacağım. Üçüncü kısım, süperegodur. Süperego, dört yaş civarında gelişir. Ve ahlaki pusulamız, yani vicdanımızdır. Şimdi, bahsettiğimiz psikoseksüel evrelere geri dönelim. Buradaki libidinal dürtülerimiz tatmin edilmek ister. Bu dürtülerin aşırı tatmin edilmesi, kısmen tatmin edilmesi veya hiç tatmin edilmemesi durumunda, belli bir psikoseksüel evrede saplantı oluşur. Bunun sonucunda da çatışma veya kaygıyla karşı karşıya kalırız. “Çatışma”dan kastım silahlı çatışma, savaş filan değil tabii. Zihnimizdeki bu üç yapı arasındaki bir çatışmadan söz ediyorum. yani id, ego ve süperego arasındaki bir çatışmadan. Çünkü üçü de, istekleri konusunda sürekli bir rekabet halinde. Çatışma buradan doğuyor. Şöyle düşünün... Mesela bu biz olalım. Böyle. Devamını çizmiyorum ama herhalde anlaşılıyor. Bayağı geniş omuzlu olmuş. Belli ki çok ağırlık çalışmış. Olsun, işimizi görsün de... Evet, şimdi şöyle düşünün: bir omzumuzda idimiz oturuyor. Çatışmadaki yüz ifademizi de çizeyim. Bir omzumuzda da id oturuyor ve çok, çok mutsuz. Çünkü hemen tatmin edilmeyi bekliyor, ama bir türlü tatmin edilmiyor. İdin hemen tatmin beklediğini söylemiştik. Bir omzumuzda da süperego duruyor. Ahlak timsali olarak dimdik ayakta. İd’e, neyin ahlaki olduğu konusunda vaazlar veriyor. Peki bu sırada ego napar? Onun konumu ne? Ego diğer ikisinin tam ortasında yer alıyor. Çünkü id, sadece ve sadece tatmin peşinde. Süperegoyla atışıp duruyorlar. Ego, bir yandan id’i tatmin etmeye çalışırken bir yandan da süperegonun beklentilerini gözetir. Ne demiştik? Süperego, ahlak denetçisidir. Toplumun değerlerini temsil eder. Daha önce söyledim diye hatırlıyorum: ego, hem bilinçli hem de bilinçdışı zihnin bir parçasıdır. Dolayısıyla id’in bilinçdışı arzularıyla süperegonun ahlaki talepleri arasında bir aracılık görevi üstlenmiştir. “Freud sürçmesi” diye bir şey duydunuz mu? Bu zihinsel çatışmaya canlı bir örnektir. Mesela dersleri konusunda endişeli bir öğrenci doktora gidiyor ve diyor ki, “Doktor Hanım, edebiyat olmam şart mı?” Halbuki aslında “Ameliyat olmam şart mı,” demek istiyor. İşte, tüm bu anlattığım işleyişin – ego, süperego ve idin – psikoseksüel gelişim sırasında çatışmalara bağlı olarak bir yerde takılıp kalması, psikoanalitik kuramın bir parçası. Ve bu süreç, tüm bireylerde kişilik gelişiminin bir bölümünü oluşturuyor. Fakat özellikle belli bir psikoseksüel evrede tatmine dair bir sıkıntı varsa, bu bir sorun haline geliyor.